Berlin Film Festivali: Ödüller tartışmaya açıldı
Ahmet Boyacıoğlu
Heyetin bir sinema festivalinde alacağı kararları önceden tahmin etmek mümkün değil. Heyet adına da konulabilir… Gerisini siz getirin. Başkanlığını 32 yaşındaki Kristen Stewart’ın yaptığı 73. Berlin Sinema Festivali’nde beş kadın ve iki erkekten oluşan komitenin belirlediği ödüller oldukça tartışmalı olacak gibi görünüyor.
Ödül töreni her yıl olduğu gibi 1.600 kişilik Berlinale Palast salonunda gerçekleştirildi. Hava soğuktu ve kar yağıyordu. Yine de imza almak isteyen fotoğrafçılar ve sinemaseverler kırmızı halının etrafındaki bariyerlerin arkasında toplandı. Jüri ve sinema ekiplerini getiren arabalar kırmızı halıyı geçerek salonun ana girişine geliyor. Fotoğraf çekimi ve imza töreninin ardından araçlara giriş yapılıyor. İşte Kristen Stewart’ın elbisesinden birkaç cümle. Hani bazen insanlar giyinmeyi unutup yarı çıplak sokağa çıkarlar, Stewart’ın içini gösteren ve bilimkurgu filmi için yapılmış izlenimi veren elbisesi de insanlarda benzer bir duygu bırakmıştı. Kırmızı halıda geçirdiği on dakika çok üşümüş olmalı.
Ünlülerden önce bir bayan elinde dev Ukrayna bayrağını sallayarak kırmızı halıda 4-5 dakika yürüdü, bu artık herkesin kanıksadığı bir şey.
Festivalin idari direktörü Mariette Rissenbeek açılış konuşmasında bu kez Türkiye ve Suriye’deki depreme geniş yer verdi. Bir Türk sinemacıyla görüştüğünü, Türkiye’de film yapımının bir haftadır durduğunu, set işçileri ve kervanların yardım için beyin sarsıntısı bölgesine gittiğini söyledi. Ziyafet sırasında biri kulağına bir şeyler fısıldamış olmalı, dedi.
Burada En İyi Yeterli İlk Sinema Ödülü’nün 50.000 Euro, En İyi Belgesel Ödülü’nün ise 40 bin Euro olduğunu belirtmek gerekir. Bu parayla uzun metrajlı filmler çekiyoruz.
Ana yarışmanın ödüllerine gelince: Genellikle teknik bir bölümde verilen Üstün Sanatsal Katkı Ödülü, “Disco Boy” sinemasının peyzaj yönetmeni Helene Louvart’a gitti. En İyi Senaryo Ödülü ise “Müzik” sinemasına verildi. İzlemeye vakit bulamadığım filmlerden biri de “Müzik”. Berlin’de her yere yetişmek için kendinizi birkaç kez klonlamanız gerekiyor. Zevkine çok güvendiğiniz eski bir sinemacı, “Filmi izledim, hiçbir şey anlamadım, filmde senaryo yoktu” dedi. Belki de zevkler ve renkler değişiyor. Almanlar ne yazık ki bu cinsiyet ayrımcılığı veya ayrımcılık yapmama konusuna kafayı takmış durumda. Cinsiyet gözetmeksizin verilen En İyi Oyuncu Ödülleri de ağırlıklı olarak kadınlara gidiyor. Yine öyleydi; En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü ‘Gecenin Sonuna Kadar’ filmindeki performansıyla Thea Ehre’ye gitti. Heyet, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü “20.000 Arı Türü” (20.000 Arı Türü) filminin sekiz yaşındaki oyuncusu Sofia Otero’ya verdi. Sofia Otera sinemada kendini kız gibi hisseden bir erkeği canlandırıyor, çok uygun oynuyor ama küçük kız bu ödülle ne yapacak? Umarım ileride mutsuz olmaz. Ne yazık ki, çocuklar genellikle aynı başarıyı daha sonra alamazlar ve yaşamları istikrarsız hale gelir. Otero, festivalde bu ödülü alan en genç oyuncu olarak tarihe geçti, ancak ödülün başka bir faydası olur mu emin değilim. Heyetin neden böyle bir karar aldığını anlamak mümkün değil.
Philippe Garnel, “Le Grand Chariot” ile En Uygun Yönetmen Ödülü’nü kazandı. Yönetmenin çocuklarını oynadığı bu sinema da beğenilmemiştir. Mansiyon olarak değerlendirilmesi gereken Delegasyon Ödülü’nü Joao Canijo’nun yönettiği Portekiz filmi “Bad Living” kazandı. 25. dakikada sinemadan ayrıldığım aşırı yavaş ilerleyen bir filmdi.
Festivalin en uygun ikinci sinemasına verilen Büyük Delegasyon Ödülü’nü “Kızıl Gökyüzü” (Roter Himmel) ve Christian Petzold kazandı. “Sonunda bana uyan bir ödül” diye düşünürken, Kristen Stewart ve festivalin sanat yönetmeni Carlo Chatrian ve yönetici direktörü Mariette Rissenbeek, En İyi Sinema Ödülü’nü açıkladı: Nicolas’ın yönettiği “On the Adamant” Philibert. Paris’te akıl hastalarına hizmet veren yüzen bir poliklinikte geçen bu belgeseli pek kimse beğenmedi. Ama heyet böyle bir karar aldı.
Yarışmada Ukrayna sineması olmadığı için maalesef Ukrayna ödül alamadı.
Festival bitti, aklımda bir sinema kaldı. Celine Song’un ABD, Güney Kore yapımı “Past Lives”ın ödül kazanacağını düşünmüştüm. Herhalde sinemanın adını “Geçen Hayatlar” olarak çevirmek daha doğru olur. Yirmi beş yıla yayılan güzel bir aşk hikayesi. On iki yaşında birbirlerine aşık olan, kızın ailesi Güney Kore’den Kanada’ya göç edince ayrılmak zorunda kalan ve on iki yıl sonra Facebook sayesinde ama bu kez internet aracılığıyla yeniden karşılaşan iki sevgili düşünün. Sonra ikisi de kendi yollarına giderler ve tekrar rekabet etmeden önce on iki yıl daha geçer. Çok hassas, zekice uygulanmış bir ilk sinema. Sanki bu filmi izlerken heyetin aklı neredeydi?
erbaaajans.com.tr