Haber

Mücella Yapıcı: Derhal görevinizi ahlaklı insanlara bırakın ve gidin.

Gezi Davasında 18 yıl hapis cezası alan sinemacı Çiğdem Mater, Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan ve aynı davadan 18 yıl hapis cezası alan mimar Mücella Yapan ile röportaj yaptı.

Maraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde 6 Şubat’ta meydana gelen ve 11 ilde yıkıma yol açan 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremleri değerlendiren Yapıcı, bunların 1999 depremindeki Maraş depremlerinden daha organize olduğunu söyledi. Hükümet kısıtlaması yoktu” dedi.

“Bazıları bizden aldıkları haksız kazançlarla büyüdüler, kral oldular, toplumun değer yargılarını ele geçirdiler. Bozguncu, ‘gönülsüz’, halk düşmanı, devlet düşmanı konumuna düştük. Hatta fahişeler. Dolayısıyla devlet kursunda başarısız olduk” dedi Yapıcı. ama derhal görevlerinizi ahlaklı insanlara bırakın ve gidin, gidin, gidin! Bu, şu anda, şu anda, şu anda yapılacak en önemli, en acil, en faydalı eylem olacaktır.”

Mater’in Bianet’te yayınlanan Yapan röportajından bir bölüm:

“SİKME HİSSİNİ HİÇ BU KADAR AĞIR GÖRMEMİŞTİM”

6 Şubat sabahı saat 08:00’de sayımla televizyonu açtığımızda depremi öğrendik. İlk anda ne düşündünüz, nasıl hissettiniz?

Her şeyden önce, büyük bir öfke. Dokuz aydır birikmiş olan tüm öfkem, bu “öngörülen” hata kırılmalarından boşaltılmış gibi görünüyor. Zihnimdeki tüm coğrafyalar, şimdiye kadar duvarlara söylenmiş olması gereken ama hiçbir işe yaramayan bilimsel ve teknik uyarılar beynimden şimşek hızıyla akmaya başladı. Sonra büyük bir çaresizlik… Yapamadıklarımız için… Sanki yapılması gerekenleri halka ve yöneticilere anlatamıyormuşuz gibi. Sonra insanlar, ruhlar, tarihi eserler, anılar, anılar, dostlar Hatice Can’cığım. Arkadaşlar, meslektaşlar ve tabii ki Adana’daki sevgili kardeşim ve ailem…

Kısacası öfke, sorumluluk, keder, isyan, hapsedilmişlik, işe yaramazlık, hesap sorma isteği… Şaşkın. Ama her zaman “yapacak bu kadar çok şey varken burada ne yapıyoruz” sorusu var. Sanki görevden kaçıyoruz. Hiç bu kadar ağır bir esaret duygusu yaşamamıştım. Sana söyledim, burası dağınık, duvarları yıkamam gerekiyor. Bence bu hepimiz için geçerli. Ayrıca şimdilik otuz bin canımız gitmişken ne hissettiğimizin ne önemi var? Aslında sistemin asıl sırrı “neden buradayız?” sorunun cevabında yatıyor.

‘BUGÜNE GÖRE ÇOK DAHA HIZLI ORGANİZE OLDUK’

1999 depremi ve sonraki depremlerdeki tecrübesine dayanarak soruyorum, ilk anın doğruları ve yanlışları neler?

Canım Çiğdem sen de oradaydın. Marmara Depremi’ne tam iki ay kala TMMOB olarak “Kocaeli Depremi Hazır mı?” Sempozyumu gerçekleştirdik. 12 Kasım 1999 Düzce (Kaynaşlı) depreminde eşim mimar Memik Yapan, değerli jeologum Oğuz Gündoğdu ve avukat Erbay Yucak ile birlikte Bolu Valiliği’ne giderek “Burada deprem bekliyoruz. Hazır olun” diye sorunca Vali bize “Siz kimsiniz? Allah’a ortak mı koşuyorsunuz?” diye bakmıştı. Vali gidip vilayetin bahçesine indiğimizde bir sarsıntı oldu, ivmesi sıfırlandı. yerçekimi.Ve il bahçesine Afet Uyum Merkezini kurmak zorunda kaldık.İnanın o gün bugünden çok daha hızlı örgütlendik.Kimseden emir ve talimat beklemiyorduk.

Ne yapacağımızı biliyorduk ve eğitildik. Ne de olsa askerler geldi. “Bu kadın kim?” Hiçbir şey söylemeden emri tekrarladığını ve bana “komutan” dediğini hatırlıyorum. Ve madenciler… Tam iki saat sonra ellerinde somun ekmekle armoni merkezindeydiler. Ağladığımı hatırlıyorum. 17 Ağustos’ta da aynısı yaşandı. TMMOB olarak tüm meslek kuruluşları, tabip odaları, eczacılar, barolar, psikologlar, kadın örgütleri ile multi sistem şeklinde görev paylaşımı yaparak ve halkla birlikte çalışarak durumu kontrol altında tutmaya çalıştık. askeri. Yine “devlet nerede” diye bağırışlar oldu ama en azından devletten bir müdahale olmadı.

Bugün bence en büyük fark devlet dediğimiz içi boş bir hayalet var ama bu hayaletin yarattığı kaygı o kadar büyük ki biat etmiş tüm kurum, kuruluş ve kişiler kendilerini ölümden kurtarmak için adeta talimat bekliyorlar. .

En azından diğer sarsıntılarda bu hayalet yoktu. Bana ilk anda yanlışları ve doğruları soruyorsunuz ama bence ilk anın hataları bu ana gelen anlayış, yönetim tarzı ve zihniyette yatıyor. Aslında tüm medya mensupları ve depremi yaşayanlar bu yanılgıları açıkça dile getiriyor. Madencileri bekletmek, karayolu ile taşımak ne demek Allah aşkına? İrtibat çağında, hayati bir irtibat ihtiyacının karşılanmaması ne anlama gelir? Bu şirketler kim? 2018’de çıkarılan ‘İmar İçin Barış’a karşı dilimiz tükendi, dermanımız tükendi. 10 milyondan fazla kusurlu bina ruhsatlandırıldı. Bu yasaya kim oy verdi? Şimdi, maliklerin sorumluluğu bu kanunda belirtildiği gibi midir? Bu nasıl bir hukuk manyağı? Tüm hatalar temizlendi mi?

Aynı hata 1999 depreminden önce de vardı. 80’li yıllarda çıkarılan aflarla, yeminli makamların sorumlu tutulduğu binlerce hatalı ve usulüne uygun olmayan yapı yasallaştırıldı. Yıkılan birçok bina bu kapsamdaydı.

‘DAVAMIZIN ‘ŞİKAYETÇİLER’ BÖLÜMÜNDE İSİMLERİN HEPSİ SIRALANMIŞTIR’

2018’de adeta Rusya-Ukrayna barışı gibi yüce bir barış olarak sunulan “Yeniden Yapılanma Barışı”nda “yeminli makamlar” gibi bir kisveye gerek yoktu. Şimdi kim hatalı? Yedi kez inşaatı durdurma kararına rağmen açılmasına izin verilen, onlarca sporcu çocuğun ve rehberin mezarı olan otelin sahibi kim? Müteahhit? İzin veriyorlar mı? Yoksa birden mi?

Koskoca Değirmendere hala üzerindeki binalarla denizin içinde dururken, bugün dolgu alanlarda plan yapanlar, inşaat yapanlar, Maltepe-Yenikapı dolgu alanlarında toplantı yapanlar, halen deprem yardımı toplayanlar İstanbul depremi yakınken bölgeler… Bilmiyorlar mı? söylemedik mi?

İstanbul’un ortasında sahra hastanesi, çadır alanı, helikopter pisti olarak kullanılabilecek tek alan olan Seyahat Parkı’na bütün bilimsel, teknik ve teknik müdahalelere rağmen bugün bütün toplanma alanlarını inşaata sokan kimdir? Hukuki kararlar, “Mutlaka bina yaptıracağım”? Bunu engellemeye çalışanlara, sekiz kişiyi öldüren, binlerce insanı yaralayanlara şiddet uygulayanlar kimler? Hepsi davamızın “şikayetçi” bölümünde listelenmiştir.

‘BU COĞRAFYA NEOLİTİK ÇAĞDAN BERİ DEPREMLERDEN DERS ALIYOR’

Yıllardır hem TMMOB’nin hem de bilim adamlarının uyardığı bu depremi “bilerek” dizlerini döverek karşıladığına şahit oldum. Süleyman Demirel’in 1999 depreminden “ders aldık” dediğini hatırlayarak, ders aldığımızı varsaysak bile ödevimizi yaptık mı?

Bir önceki sorudaki cevaplarıma dönmeden ve tekrar etmeden özetlemeye çalışacağım. Affetmek. Bir haftadır beynim yılların birikimiyle sistematik olmayan bilgi bombardımanı altında. Metodik bir düzene sokamam, bu bir tür kapalı fikir kaçışı…

Bu coğrafya neolitik çağlardan beri beyin sarsıntısı derslerini alıyor. Mesela Göbeklitepe. En yeterli ders 1939 Erzincan Depreminden alınmıştır. Bu nedenle belki de dünyanın en gelişmiş afet kanunları hazırlanmıştır. Sonra diğer büyük dersler… Her birinden alınan dersler yazıldı, çizildi, kurallar kondu, yönetmelikler yenilendi. Ancak 1970’li yıllardan itibaren girilen neoliberal ekonomik ve ideolojik yeniden yapılanma sonrasında kamu yönetimi anlayışında köklü bir değişime gidilmiştir. 1980 darbesiyle birlikte herhangi bir altyapı değişikliği ve destekleyici tedbir olmaksızın anti-demokratik yöntemlerle kurulan bu yeni sistem, üretim ekonomisinden çok tüketim ekonomisine dayalı hale getirildi. Şehirler ve kırsal alanlar, inşaat ekonomisinin en büyük başkenti haline geldi, hatta kamuya ait olanlar bile.

Ayrıca “çılgın” ve “mega” projelerle uluslararası sermayenin çekim merkezi olması hedeflendi. Hükümetler iş başında kalabilmek için bu yeni sermaye kümesiyle çok yakın ilişkiler kurdular. Bugün bahsettiğimiz tüm sermaye çeteleri o dönemin ideolojisinin ürünüdür. Ortada 1999 depremi yeni bir iş sahası açtı: Yıkılan şehirler, yıkılmayı bekleyen yerlerin dehşeti, bu şube ve bilimsel neoliberal ideologlar sayesinde hâlâ büyük ölçüde yanlış anlaşılan “kentsel dönüşüm”. Aslında “yerleşim yerlerinin güçlendirilmesi, ıslahı ve ıslahı” anlamında kullanılması gereken bu kavram, yanlış bir tercüme ve anlayışla yeni inşaat kolunun elinde “mucize” bir kavrama dönüştürülmüştür. 1999 depreminden sonra, tüm profesyoneller ve bilim adamları tarafından önerilen “ucuz ve hızlı güçlendirme planları ve teknikleri” hızla rafa kaldırıldı. Halihazırda var olan sıkışık yapılaşma, toplum tarafından seve seve kabul edilen müteahhit kârından alınan pay ile neredeyse on katına çıkarılmış ve mahalleler, mahalleler yeniden yapılmıştır. Genel olarak rehabilite edilmesi gereken yerler değil, kiraların yüksek olduğu alanlar seçilmiştir. Çıkarılan yeni yasalarla TOKİ, kamunun tüm arsa stoklarına sahip oldu ve bu alanları yeni müteahhitlerin “kar projeleri”ne açtı.

Sosyal kiralık konut politikasından tamamen vazgeçildi, 6444 sayılı kanunla. 775 kaldırıldı. Tüm bu eylemlerin rahat bir şekilde yürütülebilmesi için “deprem” bahane edilmiş, binlerce kanun ve kararname çıkarılmıştır. Kamu ihale kanunu benim bildiğim 195 defa değişti. Devlet Planlama Teşkilatı lağvedildi ve ülke planlaması ile fiziki planlama arasındaki bağ koptu. Belediyelerin tüm planlama yetkileri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, daha doğrusu tek bir merciin emrine verildi. Planlı alanlardaki tüm planlar, plan değişiklikleriyle delik deşik edildi. Anayasal yetkilerini kullanarak tüm bunları engellemeye çalışan meslek odalarının tüm denetim yetkileri ellerinden alınmaya çalışılmış, düşman ve hain ilan edilmişlerdir. Barolar dağıtıldı, hukuk bu yeni anlayışa göre “dönüştürüldü”. Bu yasal dönüşüm kalkınma raporlarında (yani cezaevindeyim, maddelerinin tamamına ulaşamıyorum) şöyle gerçekleşti: “Bugün asıl yapılması gereken uluslararası ve yerel sermayeye gerekli kolaylıkları sağlamaktır. Belediyelerimiz bu anlamda birer tanıtım kurumu haline getirilecek, hukuk sistemimiz de bu yeni duruma göre yeniden düzenlenecektir.”

‘DEVLET DÜŞMANI VE HATTA SÜRTÜK KONUMU’

Bütün bu reklamlar karşısında derslerimiz durdu mu? Büyük bir gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, hayır. Hem bireysel hem de kurumsal olarak daha büyük bir azim ve gayretle sürdürüldü. Depremle ilgili kendi kurumum, TMMOB, sendikalar, TTB, barolar, meslek kuruluşları, onlarca uluslararası, yüzlerce ulusal ve yerel sempozyum ve toplantılar yapılmış, sonuçları devlet ve kamuoyu ile paylaşılmış, alınacak tedbirler alınacaklar her bölge için ayrı ayrı sıralanmıştır. Arama kurtarma ve bina inşaat katları başta olmak üzere mesleki ve kurumsal eğitimler verildi. Toplum boş boş oturmadı. Mahalle Afet Gönüllüleri aracılığıyla önemli organizasyonlar yapıldı. Belediyelerle işbirliği sağlandı, her mahalleye kurtarma araçlarıyla dolu konteynerler yerleştirildi. Kim bilir şimdi neredeler? Sonra ne oldu? Herkes birdenbire yeni mutfak fayanslarının peşine düştü, eski binayı nasıl yenileyebilirim ve kirayı nasıl artırabilirim. Bu olağandışı mı? Hayır. Ev, barınma aracı olmaktan çıkıp sosyal ve ekonomik bir güvence ve rant haline getirilmişse, toplum ve toplum barınma ve barınma hakkını sadece mal olarak tanımlıyorsa bu durum son derece normaldir. Kaldı ki, şehir arazilerinden özel mülkiyet olarak bahsediliyorsa, kamu malının bunları halka gelir sağlamak adına vermesi daha da olağandır.

Halk nasıl ki sahip olduğu yerleri emlak kiralarını yükselterek satıyorsa, halk da sahip olduğu metrekarelerin kirasını artırmaya çalışıyor. Üstelik istediği kira da yine çok mütevazı. %80 müteahhit kar payını hak ediyor ve %1 filan istiyor. Garip bir şekilde hiç sormuyor, bu müteahhit ne yapıyor? Nasıl bir sorumluluğu var? Mimarı, mühendisi, planlayıcıyı tanımıyor bile. O büyük müteahhidin taşeronuyla ilgililer.

Yani defalarca dersimizi aldık ama bazı insanlar bizden aldıkları haksız çıkarlarla büyüdüler, büyüdüler, toplumun paha biçilmez yargılarını devraldılar. Bozguncu, “isteksiz”, halk düşmanı, devlet düşmanı ve hatta fahişe olduk. Devlet kursunda başarısız olduk.

“Demedim mi” demenin ne faydası var? Halk bizi dinlemedi. Biz söyledik, hocalar söyledi ama topluma anlatamadık. Medyayı, devletin kontrolündeki dev oyunu aşamadık.

Ses çıkaranlar ‘taklit’ten ceza alıyor, sosyal medya geride kalıyor, ders veriliyor, tanınıyor. Tweet atmak ceza sebebidir. Artık yapılması gereken tek bir dönüşüm var: sistem ve zihniyet dönüşümü. Öğrendiğim tek ders bu. Unutmayalım, krizi yaratanlar asla krizi çözemezler, bunlara bir an önce el konulmalıdır.

‘İYİ Mİ OLUYORSUNUZ, HEMEN AMA HEMEN GÖREVLERİNİZİ ETİK İNSANLARA BIRAKIP GİDİN, GİDİN, GİDİN’

Bu sefer böylesine büyük bir enkazdan “ders almak” için nelere dikkat etmeliyiz, nasıl yol almalıyız?

Size çok çarpıcı bir örnek vereyim. AKM’nin ilk onaylı restorasyon projesi durdurulup başka bir müteahhide verilince içeriye müdahale edildiğini duyan biz ve projenin mimarı M. Tabanlıoğlu binaya alınmadı. İşin garibi Eyüp sevgili Eyüp’le Taksim Meydanı’nda polis kuşatmasında basın açıklaması yaptık çünkü her türlü güçlendirme projesine ve finansmanına hazır olan AKM’nin yıkılması isteniyordu. Şimdi alkışlıyoruz çünkü adı aynı kaldı. AKM’de artan inşaat metrekareleri ile kültürün ve kamu kaynaklarının özelleştirilmesinin farkında mısınız?

Keşke belgelerim olsaydı da size bu binaların planlarını, projelerini, üretim hikayelerini tek tek anlatabilseydim. Umarım çok geç olmadan bu fırsatı bulurum. Yaş 72 ama bizim nesil sağlıklı çıktı.

Yani inşaat o kadar kolay bir iş değil, özellikle ilkokul mezunu olmasına bile gerek olmayan bir “müteahhitten” analiz bekliyorsanız. Kolay gelsin sevgili halkım. Siz bizi duymadınız yada biz sesimizi duyuramadık.

Daha fazla anlatamayacağım, herkes bilir bunları, benimki iç çekiş. Ben konuşurken can kaybımız otuz bini aştı, hala enkaz altında binlerce insan ve hayvanımız var. sustum

Ama şunu söyleyeceğim, yapılacak her şey ortada. TMMOB, TTB, barolar, KESK, DİSK, belediyeler ve üniversitelerin insan, sağlık, eğitim ve hatta her konudaki rapor ve tedbirlerini derhal yürürlüğe koyun.

Yalvarırım, hiçbir ihmal cezasız kalmasın, deliller usulüne uygun toplanmadan, savcılar ve avukatlar, meslek odaları, profesyoneller ve kamu görevlisi grupları olmadan enkazı kaldırmayın.

Ayrıca sistem milyonlarca ton inşaat molozunun nereye döküleceğini de planlamış olmalı ki, çünkü alana yapmayı umduğunuz binaların kat numaralarını bile duyurdunuz, mutlaka ihale falan yapıyorsunuz.

Derhal bu bölgeleri ilan edin, yeni bir katliama sebep olmayın. Sen güzelsin, derhal görevlerini ahlaklı insanlara bırak ve git, git, git! Çabucak, hemen, şu anda yapılacak en değerli, en acil, en yararlı eylem bu olacaktır.

Kalbim acıyor, beynim susmuyor. Üzgünüm beyler!

TAM GÖRÜŞME

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu